Yazar: Berivan Çite
Günümüz dünyasında çocuk haklarına dair çalışmalar yürüten pek çok sivil toplum kuruluşunun ya da ilgili kurumların özellikle son zamanlarda “çocuk koruma” ve “çocuk güvenliği” kavramlarını gündemlerine alarak politikalar, rehberler ve davranış kuralları geliştirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Öznesi çocuk olan tüm kurumların, çalışmalarında çocukları korumakla yükümlü olması ve de herhangi bir riski oluşturmaması bu kavramları gündemlerine almaları bakımından anlaşılır ve de olması gereken bir düşüncedir. Kurumlar çocuklara yönelik çalışma yürütürken, faaliyetleri çocukları korumalı, herhangi bir zarar vermemeli ve bir risk oluşturmamalıdır. Bu yazıda; çocuklara yönelik faaliyetler yürüten kurumların çocuk hakları ihlallerinin önlenmesi adına sorumluluk ve yükümlülük ayrışmasından ortaya çıkan çocuk koruma ve çocuk güvenliği kavramlarının yolculuğu üzerine küçük bir bakış açısı sunulmaya çalışılmıştır.
“Sorumluluk mu? Yükümlülük mü? Yoksa her ikisi midir?” Çocuk koruma kavramı, “Çocuk kimdir?” sorusu ile yakından bağlantılıdır. Çünkü, öncelikle korunması gerektiği düşünülen bu öznelerin kim oldukları, neden korunmaya muhtaç olduklarını anlamak gerekir. Tarihsel süreç bizlere, çocuk hak ihlallerine yönelik çocukların korunması için birtakım eylemler yapılması gerektiğini ve tıpkı biz yetişkinler gibi çocukların da “kimdir sorusu” na cevap niteliğinde bir birey olduklarını göstermiştir. Dünyada yaşanan savaşlar ve krizler sonucunda kazanılan insan hakları mücadelesi ardından zorunlu bir ihtiyaç olarak çocuk hakları süreci inşa edilmeye, görünür olmaya başlanmıştır. Elbette bu tasarım süreci çocukların yani bireylerin yaşama ve gelişme şeklindeki temel haklarının ihlali ile karşı karşıya kalmalarıyla gündeme gelmiştir. Bu sebeple de çocuk koruma kavramsal olarak burada hakları ihlal edilen bireylere yönelik acil bir müdahale şeklinde gelişmiştir. Ancak herhangi bir riskin, zararın ya da telafisi olmayacak bir eylemin önlenebilir olması yani hiç gerçekleşmemesi için yapılan her türlü eylem de bir korumadır. Korumanın bir parçasıdır ve çocuk hakları ekseninde çocuk koruma tanımı buradan da yola çıkarak; herhangi bir riskin, tehlikenin ya da hak kaybının oluşmaması adına yapılacak her türlü önleyici eylemi ifade etmelidir.
Her koşulda çocuklar için en doğru kararın verilmesini simgeleyen çocuğun yüksek yararı ilkesi gereğince çocuk hakları eksenli kurulamayan sistemler, ihtiyaç duyulan doğru bir bilinci geliştiremeyen toplumlar ve de kurumlar riskleri önleyemez, tehlikeleri ortadan kaldıramaz ve böylece çocukların kaybettikleri hakları telafi edemezler. Bu durumda da koruma kavramı müdahale edici boyutu ve iyileştirici boyutu ile acil olarak devreye girer. Bununla birlikte önleyici fonksiyonu için de yaşanılanların bir daha gerçekleşmemesi adına önlemleri belirler, politikalar üretir. Çocuk korumanın bahsettiğimiz bu boyutunun görünür olması dünyada yaşanılan büyük savaşlar ve krizler ile başlamış ve de modern çağlarla çocuk hakları kazanımı ardından bahsettiğimiz seviyeler ile devam etmiştir ve de etmektedir. Bir başka ifadeyle çocuk koruma tarihin tüm zamanlarında vardı fakat bir birey olarak çocuğun dikkate alınarak korunması maalesef ancak ve ancak modern çağların başlangıcı ile mümkün olabilmiştir. Günümüzde yaşanılan krizler sonucunda da sorumlu kurumların yanı sıra pek çok sivil toplum kuruluşunun çocuklara yönelik çalışmaları artmıştır. Saha çalışmaları yürüten kamu ya da bağımsız kurumlar bu faaliyetlerini gerçekleştirirken en temelde hiçbir çocuğun zarar görmeyeceğini temin etmeli, çocuk hakları ekseninde, tüm çocukların haklarını güvence altına almalıdırlar.
Peki çocukları korumak kim/kimlerin sorumluluğundadır? Çocukları korumak devletlerin, ebeveynlerin ve toplumdaki tüm yetişkinlerin sorumluluğu ve yükümlülüğüdür. 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Antlaşması’nda belirtilen çocuk hakları (UNCRC) bugün dünyada hemen hemen tüm ülkelerin katılımı ile imzalanmış olunan tek sözleşmedir. Bu bakımdan ülkeler kendi çocuk koruma sistemlerini iç hukuklarında düzenlerken Çocuk Hakları Sözleşmesini dikkate almalıdırlar ve uygulamalıdırlar. Her koşulda çocukları koruyan, yüksek yararına göre harekete geçen, ayrıştırmayan ve de çocukların katılımını gözeten haklarla çalışmalıdırlar. Tam da bu sebeple çocuk haklarının şemsiye ilkeleri olarak bilinen bu haklar diğer hakları da koruması altına alır. Az önce de ifade ettiğimiz gibi bu haklar; sağlıklı yaşama ve gelişme, ayrımcılığa uğramama, yüksek yarar ve çocuk katılımıdır. Gerçek bir çocuk koruma da çocukların bu haklara erişmesi ile mümkün olabilir. Yani biz yetişkinler ve kurumlar herhangi bir zarar oluşmadan çocukların korunması için çocukların haklarına erişmelerini sağlamalıyız. Böylece onların en temelde sağlıklı ve güvenli bir şekilde yaşamaları için sorumluluklarımızı yerine getirmiş oluruz.
Çocukları korumak ve çocuk güvenliğini sağlamak birbiri ile çok karıştırılabilecek ve de iç içe geçmiş iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Birbirinden ayrı düşünmek zor da olabilir. Bu yüzden çocuk korumayı şöyle düşünebiliriz. Çocuk koruma kavramı çok büyük evrensel bir kümeyse çocuk güvenliği de bu evrensel kümenin içerisinde yer alan, onunla bir kesişim kümesi oluşturan bir alandır. “Child safeguarding” olarak uluslararası literatürde yer alan ve Türkçeye çocuk güvenliği olarak çevrilen bu kavram yeni yeni gelişmektedir. Tam da bu sebeple çocuk koruma kavramından farklı düşünülmesi kurumsal kapasite ve toplumsal farkındalık ile de mümkün olacaktır. Elbette bu iki kavramın ayrıştığı durum kurumların sorumluluk alanlarının belirlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Çocuklarla çalışma yürüten kurumların çocuk haklarını koruma ve herhangi bir zarar görmemesi ise bu iki kavramın temelindeki olgudur. Öyleyse Çocuk Hakları Sözleşmesine göre; çocuk hakları, çocuk koruma vb. alanlarda çocuklarla ya da çocuklara yönelik çalışma yürüten tüm kurumlar, kurumların temasta olduğu kişilerin refakatinde bulunan çocuklar için güvenli olacak şekilde bir çalışma yürütmeyi taahhüt etmelidir.
Çocuk hakları alanında, çocuklarla ya da çocuklara yönelik çalışan kurumların;
Bahsedilen bu ilkelerin ya da politikaların çocuklarla çalışma yürüten kurumların; çalışmalarının içeriklerini yani programlarını, insan kaynaklarını ve saha faaliyetlerini çocukların güvenliğini sağlayarak ve de önceleyerek oluşturmalarına “çocuk güvenliği” denilmektedir. Çocuk Güvenliği ilkelerine, benimsenen yaklaşımın oluşmasına da “Çocuk Güvenliği Politikası” denilmektedir. Ancak çocuk güvenliği tüm organizasyon boyunca çalışır ve sadece programlar, projeler veya insan kaynakları ile ilişkili değildir. Koruma ve riski azaltma düşüncesi, bir çalışan veya gönüllünün işe alımından bir ortak seçmeye, bir faaliyet yürütmeye ve bir program veya diğer kurumsal faaliyetleri tasarlamaya ve uygulamaya (promosyon ve bağış toplama gibi) kadar yapılan her şeye dahil edilmelidir. Bu durumda her türlü ihmal, istismar ya da şiddetin olma ihtimali ya da olması halinde yapılan önleme ve müdahale olarak tanımlanan çocuk koruma kavramı burada bir karışıklık yaratabilir. Bu açıdan çocuk koruma kavramının genel bir küme oluşturduğu belirtilebilir. Ancak doğrudan çocuklarla çalışma yürüten kurumların kendi sınırları içerisinde çocukları tehlikeye atabilecek kasıtlı ya da kasıtsız her türlü eylemi önlemesi ya da her türlü eyleme müdahalesi bize çocuk güvenliği kavramını vermektedir. Çocuk güvenliği kavramı bu sebeple çocuk koruma kavramıyla belli noktalarda kesişip veya birleşmesi dolayısıyla iç içe geçmiş bir durumdadır.
Kendi sınırları içinde yürütülen bir program ya da bir çalışmanın ne olduğu, bu çalışmanın kimlerle yürütüldüğü ve nerelerde yapıldığı önceden belirlendiği için bu çalışmadaki en küçük bir endişe çocuk güvenliği olarak tanımlanır. Diğer yandan tesadüfen tanıklık edilen bazı olaylar da bizleri çocuk güvenliği ve çocuk koruma kavramlarına götürebilir. Örneğin, yolda yürürken bir çocuğun mendil sattığına tanıklık edilmesi bize çocuk koruma kavramını verir ve yetişkin olarak bu durumla ilgili bir bildirim zorunluluğu doğar. Ancak çocuğun dışarıda olması güvenliği bakımından da endişe yaratan bir durumdur. Bu sebeple yetişkin bildirimi yapmalı ve çocuğu korumakla yükümlü kamu kurum yetkililerinin gelmesini beklemelidir. Bu örnekten yola çıkarak denilebilir ki çocuklar için doğrudan bizim veya bir kurumun çalışma içinde olmadığı endişe yaratabilecek durumlar çocuk koruma olarak tanımlanabilir. Diğer taraftan bir sivil toplum kuruluşunun saha çalışması yürüttüğü bir durumda çocuklar için kurulan atölyelerin fiziksel olarak uygun olmamasından dolayı ortaya çıkan riskler çocuk güvenliği olarak tanımlanır. Örneğin masaların çocuk boylarına uygun olmaması ya da çocuk dostu materyal içermemesi vb. gibi. Aynı zamanda bir diğer taraftan herhangi bir istismar durumu da çocuklara yönelik çalışma yürüten kurumlar bakımından kurum sınırları içerisinde çocuk güvenliği konusudur ancak bu istismarın hukuki boyutunun devreye girmesi yani ilgili hukuki otoritelere bildirilmesi artık çocuk koruma kavramının sınırlarına bırakılmıştır.
Bu durumda daha önce de ifade ettiğimiz gibi çocuk koruma çok daha genel ve büyük bir kümeyi, çocuk güvenliği ise daha sınırlı bir kümeyi kapsamaktadır. Bazen bu kümeler iç içe geçebilir ya da birlikte de çalışabilirler. Çocuk koruma doğrudan kamunun ya da devletlerin sorumluluğu olarak da tanımlanabilir. Ancak yukarıda belirtildiği üzere yurttaş olarak bildirim yükümlülüğü doğan noktalarda bu görev için eşgüdüm gereklidir ve de zorunludur. Ancak doğrudan kendimizin veya kurumumuzun içinde bulunduğu bir çalışmada herhangi bir endişe riski olması durumu öncelikle bizim veya kurumumuzun sorumluluğudur ve bu bize çocuk güvenliği tanımını vermektedir. Olası bir vakada bu endişelerin gerçekleşmesi halinde kamunun, ilgili otoritelerin ve dahil olması gerekli yerlerde de çocuk korumanın devreye girmesi gerekir. Çünkü olay çocuk güvenliğinin sağlanması aşamasından daha ileri bir boyuta taşınarak çocuk korumanın devreye girmesini gerektirmektedir.
Kurumlar çocuk korumadan doğan yükümlülüklerden dolayı bir çocuk güvenliği politikası ve davranış kuralları geliştirirler. Böylece o kurumda çalışan herkes bu politika metnini bilir ve davranış kurallarına hâkim olur. Herhangi bir ihlal edilme durumunu herkes gözlemler ve bildirebilir. Bu rehber ve kurallara çocuklar da çocuk dostu şekilde erişir ve onlar da kurumdan kendilerine doğru zarar verici bir davranış, eylem ya da eylemsizlik geldiğinde bunu fark edebilir, tanımlayabilir ve bildirebilirler. Şikâyet ve geri bildirim mekanizmaları, odak kişi bildirim sistemleri, mektup kutuları, telefon hatları vb. araçlar kullanılan bildirim metotları arasında yer almaktadır. Bu yazının sonuna gelirken şunu da söylemek önemli olacaktır. Bahsettiğimiz tüm bu süreç elbette çocuk hakları yaklaşımı ile mümkün olabilir. Yetişkinler ve kurumlar kendi çalışmaları içerisinde çocuk hakları ekseninde çalıştığını ve çocuklar için bir risk oluşturmayacağını, zarar vermeyeceğini bu belgeler aracılığıyla yazılı hale getirmiş olur ve imzalar. Böylece çocuk koruma kavramı tüm kurumsal ya da toplumsal boyutta benimsenir, doğru bir bilinçlendirmeyi geliştirir ve haklar kaybedilmez, kazanılır. Bir sonraki yazımız çocuk güvenliği politikası ve davranış kurallarının nasıl hazırlanacağı üzerine bir boyut sunmaya çalışacaktır.