Yazar: Esin Özdemir
İletişim tarihi iletişim araçları ile sınıflandırılarak alıcı- verici ve iletilen bilgi şeması ile açıklanırken 1950lerde çocukluğunu tam bir şiddet sarmalında geçiren Dr.Marshall Rosenberg başka bir ihtiyaç ile iletişim alanına yaklaştı. İhtiyacı yaşadığı şiddeti çözebilmek ve bu sarmaldan nasıl çıkılabileceğinin yöntemlerini araştırmaktı. İnsanların neden birbirine şiddet gösterdiğini anlama istek ve ihtiyacı Rosenberg’i klinik psikoloji alanında doktora yapmaya kadar götürdü. Şiddetin dil, düşünce ve iletişim tarzımızla olan ilişkisini ele alarak şiddetsiz iletişimin yöntem ve araçlarını araştırdı.
Rosenberg’in araştırmaları sonucunda oluşturduğu Şiddetsiz İletişim Yöntemi ilk olarak 1960larda Amerika’da ırk çatışmalarına barışçıl çözümler bulmak için çalışan gruplarla paylaşıldı. Kurduğu Şiddetsiz İletişim Merkezi hala çalışmalarına devam ediyor.
Dünya tarihi, insanlık tarihinin başından beri birbiri ile anlaşmaya çalışan, ortak zeminde buluşmayı hedefleyen ancak tüm bu çabalara rağmen çatışan, insan ve topluluk hikâyeleri ile dolu. Çatışmaların nedenleri tarihi dönem, coğrafya, kültür ve amaca göre değişse de çözümleri ortak bir zeminde buluşmayı gerektiriyor. Oren Jay Sofer ise Bilinçli ve Şiddetsiz İletişim kitabında toplumlarla birlikte gezegenimizde topyekûn bir iyileşme ihtiyacından bahsediyor. Sofer İyileşmenin bireylerin arasındaki iletişimi iyileştirmek ve iyileştirilen iletişimde ise şiddetsizliği başarmaktan geçeceğini savunuyor. Peki, hayatımız boyunca, bebekliğimizden itibaren öğrendiğimiz ve kullandığımız iletişim yöntemlerimiz nasıl değişebilir? Değişebilir mi?
Sofen’e göre iletişimde şiddetsizliği başarmanın öncelikli koşullarından ilki kendi düşüncelerimizi, bakış açılarımızı ve duygularımız yeterince tanımamız. Bu noktada Sofen, iletişim kurarken sık sık kullandığımız kelime ve kalıpları hangi motivasyonla ve duygu ile kullandığımızı anlamanın değişimin başlayacağı noktayı bulmak açısından önemli olduğunun altını çiziyor.
Sofen’in kitabını okurken aklıma kazınan cümlelerinden biri şu oldu: “Daha çok samimiyetle daha az kelime kullandığımızda daha çok açıklık ve güce sahip oluruz.” Yazar nasıl bir güçten bahsediyor diye düşünürken gözümün önüne iş hayatımdaki bazı deneyimlerim geldi. Çalıştığım bir iş yerinde ekip arkadaşlarım arasında bir psikolog arkadaşım vardı. Hepimize aynı şeyi söylese de her konuştuğunda kelimeleri sanki bana sarılıyor gibi gelirdi. Hayatın çok zor bir yüzüyle karşılaşan insanlarla yaptığım duygu yükü ağır görüşmelerden çıktığımda bu arkadaşımın, belki bir kahve arasında yaptığımız beş dakikalık sohbetlerde bile gücümü arttırdığını hissederdim. Diğer yandan kelimelerin ve söylenme biçimlerinin ne kadar acı yaşatabileceğini, bir insanın sırtına ne kadar büyük yükler yükleyebileceğini mutlaka deneyimlemişizdir. Düşündüm de kimlerin bizde hangi yükleri bıraktığını ya da kimlerin yükümüz azalttığını elbette hatırlıyoruzdur. Ancak bizim kimlerde hangi yükleri bıraktığımızı bilmek ya da tahmin edebilmek oldukça zor.
Şiddetsiz İletişimde elbette kullandığımız kelimeler, ne amaçla kullandığımız ve nasıl söylediğimiz önemli. Ancak deneyimlerime baktığımda tüm bu anlatım biçimi ve yöntemlerin şiddetsiz ve bilinçli bir iletişim için yeterli olmayacağını söyleyebilirim. Yine eski bir deneyimimden bahsetmek isterim. Çalıştığım bir ofiste aynı katta bulunan yöneticimle ekip olarak iletişim zorlukları yaşıyorduk. Aslında yöneticim her zaman kapısı çalışanlarına açık olan, gerektiğinde çalışanlarına vakit ayıran ve konuşma biçimi konusunda farkındalığa sahip biriydi. Biz de ekip olarak yöneticimizle haftalık toplantılar yapıyor, işler sırasında yaşadığımız sorunlardan bahsediyor ve destek olmasını istiyorduk. Ancak toplantılarda bir türlü sorularımızın cevabını alamıyor ve yaşadığımız sıkıntıları çözemiyorduk. Bir süre sonra iletişim yöntemimizi değiştirmeye karar verdik. Toplantılarda konuştuğumuz konuların yanı sıra toplantı çıkışında kendisine yaşadığımız sorunları yazılı olarak ilettik ve şaşırtıcı bir şekilde beklediğimiz tüm yönlendirmeleri alabildiğimizi fark ettik. Sorun yöneticimizin bize ayırdığı zaman içerisinde -muhtemelen zihninin yoğun olması sebebi ile- bizim ondan beklediğimiz biçimde dinleyememesiydi. Oysa ilettiğimiz yazılı metini hazır olduğunda okuyor ve beklediğimiz yönlendirmeleri yapabiliyordu.
Bu deneyimden yola çıkarak dinleme alışkanlığının kalitesinin yetersiz olmasının iş hayatında iletişimi ne kadar zorlaştırabileceğini söyleyebilirim. Bu anlamanın en kolay yolu işin yapılıp yapılamadığı ya da çalışanların yorumları olabilir. Ancak günlük hayatta iletişim kurarken, bizim etkili dinleme konusunda yeterli olup olmadığımız sorusu cevaplaması daha zor bir soru olabilir. Sofen ve Rosenbeg’in kitaplarında farklı zamanlarda ortak bir konunun üstüne bu kadar durmasının altında bu sorunun zorluğu yatıyor olmalı.
Oren Jay Sofer etkili bir diyalog oluşturmak için bilinen etkili iletişim anlatılarından farklı ve yalın bir çerçeve çiziyor. Etkili bir diyalog kurmanın aşamalarını şöyle sıralıyor:
İlk aşama olan mevcudiyet; istikrarlı bir bilinç ve farkındalıktan oluşuyor. Eğer etkili iletişim eğitimlerine kariyerimizin bir döneminde denk geldiysek bazı klasik kalıpları biliriz. Karşımızdaki kişi konuşurken dinlediğimizi göstermek için kullandığımız kalıplar hatta vücut dili belki de artık otomatik bir şekilde kullandığımız yöntemler haline gelmiştir. Oysa Sofer’ın ilgilenmemizi istediği temel kabiliyet “anda kalabilmek” ve o andaki “bizin” farkında olabilmek. Biz bu iletişimi neden ve ne amaçla gerçekleştiriyoruz? Neden anlatıyoruz ve tabi ki neden dinliyoruz?
İkinci aşama olan merakla ve özenden yola çıkma ise başlangıç niyetimize odaklanıyor. Sofer’e göre niyetimiz bir diyaloğun etkisini ve gidişatını belirleyebilir. Bir diyalogda niyetimiz anlattığımız ile aynı yönde değilse muhtemelen anlattıklarımızın yanı sıra vücut dilimiz başka bir konuşma yapıyor olacaktır. Özellikle çatışma çözümlerinde bu aşama iletişimin tüm tonunu değiştirebilir.
Üçüncüsü ise neyin önemli olduğuna odaklanma aşaması. Bu aşama Sofer’a göre iletişimin varacağı yeri belirler. Üçüncü aşamada fikir, duygu, ihtiyaç ve talep bileşenlerini ayırt etmek ve birleştirmek üzerine çalışır. Bu yönü ile Rosenberg’in çalışmalarına atıfta bulunduğunu söyleyebiliriz.
Bilinçli ve Şiddetsiz İletişim Yöntemi hayatımızdaki tüm ilişkiler için bize yeni bir yol haritası çiziyor. Elbette tamamını bir metinde toparlamak mümkün olmayacaktı ancak başlıktaki sorumuza dönecek olursak belki de yeni bir dil öğrenmek yerine unuttuklarımızı öğrenip doğamıza dönüyoruz diyebiliriz.
Marshall Rosenberg, Şiddetsiz İletişim bir Yaşam Dili
Marshall Rosenberg. Çatışma Ortamında Barış Dili