Force & Brothers olarak kalkınma alanındaki yenilikçi projelerimizle geçen iki yılı gururla paylaşıyoruz. “Kalkınma Herkes İçindir” ilkesiyle hazırladığımız 2023-2024 Almanağı, Pendik YETGİM’den Denizli OSB Teknokent’e, İnovasyonda Kadın’dan Coding4WIN’e kadar birçok başarı hikâyesini bir araya getiriyor. Yenilikçi hizmet modellerimiz, sosyal etki analizlerimiz ve yapay zekâ destekli çözümlerimizle sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelik güçlü adımlar attık. Genel Müdürümüz Gökhan Dinç’in ilham verici mesajıyla başlayan almanak, sadece projelerimizin başarısını değil, geleceğe yönelik vizyonumuzu da ortaya koyuyor.
10. yılımıza doğru ilerlerken, “kalkınma hızlandırıcısı” rolümüzü daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz. Hizmet ihracatında büyüme, yapay zekâ entegrasyonu ve Avrupa’daki varlığımızı genişletme gibi stratejik önceliklerimizle kapsayıcı kalkınma yolculuğumuza devam ediyoruz. Bu yolculuğun hikâyesini ve etkileyici projelerimizi detaylarıyla keşfetmek için 2023-2024 Almanağına buradan ulaşabilirsiniz.
Kadın girişimciliği, ekonomik kalkınmada önemli bir rol oynarken dünya genelinde ve Türkiye’de farklı dinamiklerle gelişimini sürdürüyor. Şirketimiz tarafından hazırlanan “Dünyada ve Türkiye’de Kadın Girişimciliği” başlıklı yeni araştırmamızda, bu alandaki mevcut durum, karşılaşılan zorluklar ve fırsatlar ele alınıyor.
Araştırmamızda, dünya genelinde kadın girişimcilerin oranının son 20 yılda %114 arttığı ancak hâlâ erkek girişimcilerin gerisinde kaldığı vurgulanıyor. Türkiye’deki kadın girişimciliğin ise 2002’de %13,1’den 2023’te %17,4’e yükselmesine rağmen, dünya ortalamasının oldukça gerisinde olduğu belirtiliyor.
Ayrıca, kadın girişimcilerin faaliyet gösterdiği sektörler, karşılaştıkları finansman zorlukları ve destek mekanizmaları gibi kritik konular istatistiklerle inceleniyor. Kadın girişimciliği konusunda çözüm önerileri ve geleceğe yönelik fırsatlar da raporun öne çıkan başlıkları arasında yer alıyor.
Araştırmamızın tamamına erişmek ve daha fazla bilgi edinmek için buraya tıklayın.
Avrupa Birliği finansal desteğiyle FRIT I , FRIT II ve MADAD fonları kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı İnşaat ve Emlak Genel Müdürlüğü tarafından uygulanan eğitim altyapısı projelerine 2017 yılından günümüze “Görünürlük ve İletişim” alanında katkı sağlıyoruz.
Projeler kapsamında Suriye krizi sonrasında oluşan göç dalgasından etkilenen 19 ilde 150 Betonarme ve 60 Prefabrik örgün eğitim tesisi, 100 anaokulu inşa edilmektedir. Böylece 230 bin çocuğumuzun faydalanabileceği eğitim tesisleri hayata geçirilecektir.
Projelerin görünürlük ve iletişim çalışmaları kapsamında proje amaç ve hedeflerini hedef gruplara anlatımı için AB görünürlük İlkelerine uygun şekilde düzenlenen basın bültenleri, temel atma, açılış ve kapanış organizasyonları, yerel paydaşların bilgilendirilmesine yönelik bilgilendirme toplantıları ve daha pek çok faaliyet Force & Brothers uzmanları eliyle icra edilmektedir.
Yenilikçi kadın girişimciliği alanında 2017’den günümüze devam eden en kapsamlı girişimcilik programı olan “İnovasyonda Kadın” her dönem yeni çalışmalar ile büyümeye devam ediyor.
KADEM tarafından başlatılan İnovasyonda Kadın Programı Force & Brothers katkılarıyla 2022 yılında kapsamlı bir projeye dönüştürüldü ve İSTKA’nın Girişimcilik Mali Destek Programı tarafından desteklenmeye hak kazandı. 2023 yılında Force & Brothers ekibi tarafından gerçekleştirilen Sosyal Etki Analizi sonuçları üstüne inşa edilen Fizibilite Etüdü ve Güdümlü Proje başvurusu 2024 yılında İSTKA tarafından desteklenmeye hak kazandı.
İnovasyonda Kadın Programı; geçirdiği 7 kamp dönemine başvuran 2.350 girişimci adayı, kampta eğitimlere katılan 204 girişimci, finale kalan 36 girişim ve yatırım alan 6 girişimci ile Türkiye girişimcilik ekosistemine katkı sağlıyor.
İnovasyonda Kadın proje web sitesi için tıklayınız:
İnovasyonda Kadın tanıtım filmi:
Kurumsal kapasite geliştirme alanında 2021 yılından günümüze danışmanlık hizmetleri sağladığımız Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM)’in kalite yolculuğu Force & Brothers uzmanlarının katkılarıyla devam ediyor.
Kadın STK’ları alanında kalite modelini uygulayan ilk STK olmanın yanında ülkemizde Kurumsal Stratejik Plan temelli yönetilen az sayıda STK arasına giren KADEM’in kalite süreci 2021 yılında EFQM kalite modelini uygulaması ile başladı. 2022 yılında 3 yıldız, 2023’te 4 yıldız ve 2024 yılında 5 yıldız alarak istikrarlı kalite yönetim başarısını tescilleyen KADEM günümüzde kalite yönetimi alanında ülkemizin kapasitesi açık ara en yüksek STK’sı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Force & Brothers katkılarıyla stratejik planlama, hedeflerle yönetim, performans göstergelerinin ölçülmesi ve değerlendirilmesi gibi pek çok alanda kalite birimi aracılığıyla yaygınlaşma ve kapasite artışı sağlanan KADEM çalışanları kalite alanında pek çok iyi uygulamayı da hayata geçirmektedir.
KADEM hakkında detaylı bilgi almak için tıklayınız:
2020 yılında Force & Brothers uzmanları tarafından yatırım fizibilitesi yapılan ve Ticaret Bakanlığı finansal desteği ile 160+ Milyon TL yatırım ile İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) tarafından hayata geçirilen Kimya Teknoloji Merkezi’nin tüm proje yönetimi ve yatırım süreçleri Force & Brothers ekibi tarafından icra edilmiştir.
Kimya Teknoloji Merkezi (KTM) kimya sektörünün ihracat ve ithalat faaliyetlerinde ihtiyacı olan test ve analiz hizmetleri başta olmak üzere Ar-Ge çalışmaları, sertifikasyon, bilgiye erişim ve diğer danışmanlık hizmetlerinin sağlanabileceği akredite bir merkez kurulması planlanmaktadır. Bu yolla başta kimya ihracatçıları olmak üzere üretim yapan firmaların Ar-Ge ve test- analiz süreçlerinde laboratuvar ve uzmanlara erişimleri ile rekabetçilikleri artırılacak ve halihazırda yurtdışında yapılan birçok testin milli imkanlarla gerçekleştirilmesi sağlanacaktır.
Kimya Teknoloji Merkezi, kimya sanayimize ve ihracatımıza eşik atlatacak bir teknoloji üssü vazifesi görecektir. Hâlihazırda yurt dışında yapılan 39 test KATİM A.Ş. sayesinde milli imkanlar ile yapılacak. Merkezimin tam randımanda faaliyete geçmesi ile yıllık 1.2 Milyon test toplam kapasite ile hizmet vermesini planlıyoruz. KATİM A.Ş.’de uygulanacak akreditasyona haiz test ve analiz hizmetleri kapsamında optimum kapasitede yıllık minimum 7,2 milyon dolar tasarruf sağlanacaktır.
Kimya Teknoloji Merkezi tanıtım filmi
Eylül 2022’de “Yapılabilirlik Raporu” çalışmalarına başlanan ve tüm süreçleri Force & Brothers uzmanları tarafından tasarlanan Denizli OSB Teknokent konsepti Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından kapsamlı şekilde değerlendirilmiştir. Yapılan incelemeler sonrasında 7 Eylül 2024 tarihli ve 32655 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan “Cumhurbaşkanlığı Kararı” ile Denizli OSB Teknoloji Geliştirime Bölgesi ilan edilmiştir.
Yazar: Setenay Demir
Sürdürülebilir ekonomik ve sosyal kalkınma projeleri, toplumların refahını artırmak, kaynakları korumak ve gelecek nesiller için daha iyi bir dünya bırakmak için kritik öneme sahipler. Ancak yıllar boyu etkisini sürdürerek, başarılı iyi uygulama örnekleri haline gelecek fikirleri hayata geçirmek ve toplumlar üzerinde pozitif ve kalıcı bir etki bırakmak için bir arada düşünülmesi gereken temel taşlar mevcut.
Katılımcı Yaklaşım
Sürdürülebilir nitelikleriyle öne çıkan projelerin ortak noktalarından bir tanesi yerel toplumun ihtiyaçlarına ve beklentilerine odaklanmalarıdır. Katılımcı bir yaklaşım temel düzeyde hedef kitleyi benimsemek, yerel halkın projeye dahil olmasını ve karar alma süreçlerine katkı sağlamasını anlamına gelmektedir.
Grameen Bank örneği, Bangladeş’te yoksul kadınlara mikrokredi sağlama konusunda öncü bir rol oynayarak bugün 81 ülkede faaliyet gösteren başarılı bir sosyal girişimcilik örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. 1973 yılında yerel düzeyde faaliyete geçen bu modelle, mikrokredi alacak bireyler, kendi işlerini kurarak topluluklarını destekleme şansı bulmakta. Katılımcı yaklaşım mantığıyla geleneksel gelir modelleri içerisinde yer bulamayan kitlenin başarılı analiziyle hayata geçirilen Grameen Bank modeli, yerel toplulukların ihtiyaçlarına odaklanarak onların ekonomik kalkınmasına yardımcı olmaya devam ediyor.
Çok Paydaşlı İş Birliği
Sosyal ve ekonomik kalkınma projeleri genellikle farklı paydaşların bir araya gelmesini gerektirir. Bu sebeple, kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve yerel liderler gibi çeşitli paydaşların iş birliği yapması ve ortak hedeflere odaklanması önemlidir.
Küresel uzmanların değerlendirmeleri ışığında son on yıldır sürdürülebilirlik lideri olarak anılan Unilever sürdürülebilirlik konusunda farklı paydaşlarla iş birliği yaparak sosyal ve çevresel etkileri azaltmayı amaçlıyor. Ürünlerin üretiminden tüketici kullanımına kadar olan süreçte, tüm paydaşları bu sürece dahil ediyor. Unilever, 190’dan fazla ülkede satılan ürünleri ile her gün 2,5 milyar tüketiciye ulaşan küresel bir ticari marka olmanın yanı sıra mevcut sürdürülebilirlik hedeflerinin ötesini anlamak ve paydaşlarının görüşlerini almak amacıyla küresel araştırma raporları oluşturuyor. Unilever’in değer zincirindeki 276 kilit paydaşın yanı sıra dünya çapındaki 40 bini aşkın çalışanının dahil edildiği araştırma sonuçları gelecekte odaklanması beklenen öncelikleri ortaya koyuyor. Unilever, benzeri araştırmalarla Sürdürülebilir Yaşam Planı kapsamında %100 sürdürülebilir tarım, 1 milyar insanın yaşamını iyileştirme ve alt marka gruplarının çevresel ayak izlerini %50 oranında azaltma gibi hedeflerle sektör paydaşlarının yanı sıra tüketicilerinin de sürdürülebilirlik konusunda katlı sunmaları için çok paydaşlı misyonlar geliştiren başarılı bir örnek olarak liderliğini koruyor.
Sürdürülebilirlik Odaklı Planlama
Projelerin sadece kısa vadeli değil, uzun vadeli etkilerini de göz önünde bulundurmak önemlidir. Sürdürülebilirlik kavramı her ne kadar on yıldır hayatımızda olsa ve çeşitli kavramlarla bir arada kullanılsa da kaynakların dengeli bir şekilde kullanılması, çevresel etkilerin minimize edilmesi ve ekonomik etkinliğin korunması anlamına gelir.
Costa Rica, son yıllarda sürdürülebilir enerji kullanımı için hedefler belirleyerek yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı altyapı oluşturma konusunda dikkat çekiyor. Kosta Rika Sürdürülebilir Gelişme Endeksi sıralamasında ilk sırada yer alan, ortalama yaşam beklentisinde ABD’yi geçen dikkate değer bir ülke. 2021 yılında, Kosta Rika’da üretilen elektriğin %100’e yakını hidroelektrik, jeotermal, rüzgâr, biyokütle ve fotovoltaik gibi yenilenebilir kaynaklardan sağlanmış; bu da ülkeyi doğasıyla uyumlu bir ilişki içinde konumlandırmıştır (IEA, 2023). Sosyal ve ekonomik kalkınmayı destekleyen yenilenebilir elektrik üretimine duyulan ihtiyaç, enerji kooperatiflerinin yenilenebilir enerjiyi sürdürülebilir bir şekilde üretmesi ve dağıtması sayesinde iş birliği yoluyla başarılı bir şekilde karşılanmaktadır. Endüstriyel enerji üretimine alternatif olarak kooperatif yapısını benimseyen ülke kesintisiz, güvenilir elektrik sağlanması ve çevresel sürdürülebilirliğe öncelik veren hizmet sunumu ile 104.000 ortağının refahını artırıyor.
Kaynak Yönetimi
Projelerin başarısı, kaynakların etkin ve verimli bir şekilde yönetilmesine bağlıdır. Finansal kaynakların yanı sıra insan kaynaklarının, doğal kaynakların ve zamanın akıllıca kullanılmasını içerir.
Amsterdam, şehir planlamasında sürdürülebilir su yönetimini benimseyerek yağmur suyunun geri kazanılması ve kullanılması konusunda öncü bir rol oynuyor. Bu yaklaşım, su kaynaklarını verimli bir şekilde kullanmayı ve suyun sürdürülebilirliğini sağlamayı amaçlıyor. Amsterdam mimari çözümler ile de ekolojik kent olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Sürdürülebilirlik her alanda dikkate alınıyor ve günden güne gelişirken doğal kaynak kullanımı ve bilinçli tüketim konusunda stratejik hedefleri ve başarılarıyla dikkat çekerken nüfusuna dünyanın en temiz su kaynaklarını sunuyor.
Değerlendirme ve Ölçüm
Proje sürecinin her aşamasında etki ölçümü yapmak ve sürekli değerlendirme yapmak başarıyı garantilemede önemlidir. Eksiklikleri belirlemek ve projenin hedeflerine ulaşmasını sağlamak için stratejileri ayarlamak sürdürülebilirlik ilkesini yakalamak için önemlidir.
BM’nin Millennium Kalkınma Hedefleri girişimi, dünya çapında sosyal ve ekonomik gelişmeyi ölçmek için bir çerçeve oluşturdu. Bu hedefler, ilerlemenin izlenmesini ve projelerin etkisini değerlendirmeyi sağlayarak başarıyı ölçmeye yardımcı olabilecek önemli kriterle olduğundan; proje fikirleri hayata geçirilirken dikkate değer, uygulamayı ve ölçmeyi kolaylaştıran önemli kriterle sunarak başarı şansını artırmaktadır.
Yazar: İlknur Çiçek
Kalkınma kavramı; zamana bağlı olarak değişme, farklı bakış açıları ve farklı uzmanlık alanları tarafından farklı şekillerde ele alınması üzerine pek çok tartışmaya konu olmaktadır. Kimi zaman yalnızca ekonomik veriler kalkınmayı açıklarken kimi zaman ise nicel veriler ile nitel değişimler kalkınmayı açıklamak amacı ile kullanılmakta ve ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel, vb. onlarca gösterge bu kapsamda ele alınmaktadır. Kavram ve tanımı çerçevesinde oluşan, zaman içinde değişen tüm bu farklı değerlendirmelerin özünde, dünyanın içinde bulunduğu kaçınılmaz iletişim ve değişim süreci yatmaktadır. Sosyal kalkınma da toplumun amaç ile hedeflerine ulaşması için toplumun yapısı ve çevresindeki niteliksel değişiklikleri açıklamaya çalışır. Gelişme, tüm tarihsel dönemlerde tüm toplumlara uygulanabilir bir şekilde, daha yüksek düzeyde enerji, verimlilik, kalite, üretkenlik, karmaşıklık, anlama, yaratıcılık, ustalık, zevk ve başarı içeren yukarı doğru yükselen bir hareket olarak tanımlanabilir1[1]. Kalkınma, yalnızca belirli sonuçlar için oluşturulmuş bir dizi politika ve program değil, bir sosyal değişim sürecidir. Son beş yüzyıl boyunca bu süreç hız ve yoğunlukta arttı ve son beş yılda hızlanmada belirgin bir artışa tanık oldu.[2]
Toplumsal değişimi yönlendiren temel mekanizma, daha iyi organizasyona yol açan farkındalığı arttırmaktır. Toplum ilerleme için yeni ve daha iyi fırsatlar algıladığında, bu yeni açılımlardan başarılı bir şekilde yararlanmak için yeni örgütlenme biçimleri geliştirir. Yeni örgütlenme biçimleri, amaçlanan sonuçları elde etme fırsatlarını kullanmak için mevcut sosyal enerjileri, becerileri ve kaynakları daha iyi kullanabilir. Kalkınma, gelişim çabalarının sonuçlarını etkileyen birçok faktör tarafından yönetilir. Toplumsal kalkınmayı yönlendiren bir güdü ve bu değişimin gerçekleşmesi için gerekli önkoşullar olmalıdır. Sebep, bu değişimin gerçekleşmesini engelleyen engellerin üstesinden gelebilecek kadar güçlü olmalıdır. Kalkınma aynı zamanda sermaye, teknoloji ve destekleyici altyapı gibi kaynakları da gerektirir. Sosyal kalkınma bir başka ifadeyle toplumun zorlukları ve fırsatları karşılamak için kaynakları organize etme kapasitesinin sonucudur. Toplum, gelişimi boyunca iyi tanımlanmış aşamalardan geçer. Göçebe avcılık ve toplayıcılık, kırsal tarım, kentsel, ticari, endüstriyel ve sanayi sonrası toplumlardır. Daha sonraki bir aşamada, yenilikler topluluğun diğer üyeleri tarafından kabul edilir, taklit edilir, organize edilir ve kullanılır.
Yenilikleri desteklemek için getirilen organizasyonel iyileştirmeler aynı anda fiziksel, sosyal, zihinsel ve psikolojik olmak üzere dört farklı düzeyde gerçekleşebilir. Ayrıca, kalkınmayı teşvik etmede dört farklı kaynak türü yer almaktadır. Bu dördünden fiziksel kaynaklar en görünür, ancak en az genişleme yeteneğine sahiptir. Organizasyon kalitesi ve bilgi girdileri arttıkça kaynakların verimliliği büyük ölçüde artar. Gelişme hızı ve kapsamı toplumun içinde bulunduğu aşamaya göre değişmektedir. Üç ana aşama fiziksel, hayati (hayati, bireyleri başarmaya iten insanlığın dinamik ve gergin sosyal enerjilerini ifade eder) ve zihinseldir. Sosyal kalkınma böylece toplumdaki her bireyin refahını iyileştirerek herkes için bütüncül bir şekilde potansiyellerin gerçekleştirilmesini sağlar. Toplumun başarısı, her vatandaşın refahı ile bağlantılıdır. Bu bakımdan refahı belirleyen faktörlerin eşit ve erişilebilir olması sosyal kalkınmanın temel amaçlarından birisi olarak adlandırılabilir. Tüm vatandaşların güven içerisinde, eşit hak ve hizmetlere erişebilir olmasına yönelik mevcut engellerin, dar boğazların ortadan kaldırılması gerekir. Tam da bu noktada tespit edilen sorunlara yönelik oluşturulacak olan çözümler sosyal kalkınmanın gerçekleşmesini sağlayacaktır. Örneğin; yoksulluk içinde yaşayan insanların her zaman fakir olacağını kabul etmek yerine yoksulluğun ortadan kaldırılması için gerekli yapılacak amaç ve hedefleri belirlemek sosyal kalkınmanın bir parçasıdır.
Kalkınmayı ölçmeye yönelik spesifik göstergeler, ekonomik verilerden, teknik yeniliklerden, siyasi veya yasal sistemdeki değişikliklerden ve yaşam beklentisi, hastalık ve engellilik riski gibi bireysel yaşam şansını etkileyen sorulara kadar değişebilir. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla gibi endeksler ise odak bir yönelim haline geldi ve genellikle sistemin performansını değerlendirmek için kilit bir figür olarak görülüyor. Bununla birlikte, GSYİH’nın, özellikle gelişmiş ülkeler için bağlı olduğu başka etkenlerle de değerlendirme ölçütünü oluşturmaktadır. Örneğin, çevresel zararlar dikkate alınmaz ise ekonomik faaliyetin sürdürülebilirliği de dikkate alınamaz. Sosyal İlerleme Endeksi, ülkelerin vatandaşlarının sosyal ve çevresel ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığını ölçen Uluslararası Kuruluş Zorunlu Sosyal İlerleme tarafından geliştirilen bir araçtır. Üç alanda veya boyutta elli iki gösterge vardır:
*Temel İnsan İhtiyaçları, Refahın Temelleri ve Ulusların Göreceli Performans Göstergeleri
İlerlemeyi ölçmek için kullanılabilecek endeksler şunları içerir:
o Geniş ekonomik ilerleme önlemleri
o Engelliliğe göre ayarlanmış yaşam yılı
o Yeşil ulusal ürün
o Cinsiyete Bağlı Gelişim Endeksi
o Gerçek İlerleme Göstergesi
o Gayri Safi Milli Mutluluk
o Gayri Safi Milli Refah
o Mutlu Gezegen Endeksi
o İnsani Gelişme Endeksi
o Legatum Refah Endeksi
o Sosyal İlerleme Endeksi
o OECD Daha İyi Yaşam Endeksi
o Öznel yaşam doyumu
o Nerede doğacak Endeksi
o Vikiprogress
o Dünya Mutluluk Raporu
o Dünya Değerler Araştırması
Sosyal gelişmeyi ölçerken dikkate alınması gereken birçok olası gösterge vardır. Çoğu zaman, yaşam beklentisi (sağlık) ve yetişkin okuryazarlık oranı (eğitim) kullanımı, sosyal olarak gelişmiş ülkelerin nasıl olduğunun bir resmini çizen iki güvenilir göstergedir. Bu rakamlardan zaman içindeki ilerlemeyi ölçmenin yanı sıra birçok sonuca ulaşabiliyoruz. Örneğin, Güney Afrika’da 1996’da resmi eğitimi olmayan nüfusun yüzdesi yüzde 19,1 iken, 2011’de büyük ölçüde yüzde 8,7’ye düşmüştü. Bu, daha fazla Güney Afrikalı çocuğun eğitildiğini gösteriyor. Sosyal gelişmeyi değerlendirirken, genellikle büyük farklılıkların olduğu yerlerde cinsiyeti de dikkate almalıyız.
Yerel yönetimler (belediyeler) özelinde yenilikçi sosyal kalkınma projelerinin gerçekleştirilmesi üzerine ihtiyaç duyulan konsept geliştirmek için belediyelerin bunu nasıl yapacaklarının sorusunun yanıtlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Force &Brothers Danışmanlık olarak, Yerel yönetimlerin bu projeleri geliştirirken izleyeceği uygulama adımlarını ortaya koymasına yönelik stratejileri geliştirmesinde bir katalizör etkisi sağlarız.
[1] 1 Jacobs, Garry and Asokan N., “Towards a Comprehensive Theory of Social Development”. In: Human Choice, World Academy of Art & Science, USA, 1999, p. 152.
2 International Commission on Peace and Food, Uncommon Opportunities: An Agenda for Peace and Equitable Development, Zed Books, UK, 1994, p. 163
Yazar: Eda Kahraman
Cinsiyetler arası ücret farkı, çalışma ekonomisi alanında çok sayıda çalışmaya konu olmuş ve bu farkın nedenleri kapsamlı bir şekilde tartışılmış ve tartışılmaya devam edilmektedir. Bu çalışmalarda cinsiyetler arasındaki ücret eşitsizliğinin kaynağını bulmaya çalışmak için farklı ekonomik teoriler kullanılmıştır. Cinsiyete dayalı ücret farklılıklarının nedenleri tercih, kalabalıklaşma, güç ve sosyalleşme teorileri olmak üzere dört temel mekanizma ile açıklanabilmektedir.
Tercih teorisi cinsiyete dayalı ücret farklılıklarını arz ve talep yönlü olarak açıklamaktadır. Talep yönlü tercih teorilerine göre, cinsiyetler arası ücret farkının temel nedeni, kadınların işine yeterli talebin olmamasıdır. (Becker 1971, 41). Cinsiyet ayrımcılığı, talebin düşük olmasına katkıda bulunan temel faktörlerden biri olarak görülmektedir. Talep yönlü ayrımcılık türleri işveren ayrımcılığı, çalışan ayrımcılığı, müşteri ayrımcılığı ve istatistiksel ayrımcılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Arz yönlü bakış açısı ise kadınların kariyer seçimlerinin ücret eşitsizliğine katkıda bulunduğunu iddia etmektedir. Daha çok kadınların bireysel iş kararlarına odaklanan arz yönlü tercih teorilerine göre, kadınlar resmî işgücü piyasasına daha az bağlı oldukları için erkekler kadınlardan daha fazla kazanmaktadır. Arz yönlü bakış açısı; insan sermayesi (Becker, 1962), telafi edici farklılıklar (Filer, 1989) ve mesleki öz seçim (Polachek, 1981) teorileri olarak üç gruba ayrılmaktadır.
İnsan sermayesi teorisi ve varyasyonları, cinsiyetler arası ücret farkını açıklamak için sıklıkla kullanılmaktadır. Teori, bir kişinin gelirinin kendisine ne kadar yatırım yaptığından doğrudan etkilendiğini belirtir. Bu yatırımlar, “insanların kaynaklarını artırarak gelecekteki parasal gelirini etkileyen faaliyetler” olarak tanımlanır (Becker 1962, 9). Örgün eğitimin yanı sıra, iş başında eğitim ve en önemlisi iş deneyiminin de bireyin beşerî sermaye stoğuna katkıda bulunduğu, çünkü her deneyim yılının bu stoğu artırdığı belirtilmektedir (Becker 1962, 26). Bir kişinin beşerî sermaye stoğu ne kadar genişse, verimliliği ve dolayısıyla kazancı o kadar yüksek olur. Teori, insan sermayesi için ne kadar harcama yapılacağına nasıl karar verileceğini açıklamaktadır. En önemlisi, bu mekanizma erkeklerin ve kadınların neden farklı miktarlarda beşerî sermaye edinebildiğini açıklamaktadır. Sonuç olarak, insanlar erkeklerin ve kadınların insan sermayelerine neden farklı miktarlarda, şekillerde ve zamanlarda yatırım yaptıklarını anlamaya çalışırlar. Becker, eğitim ve öğretime yapılan yatırımların insan sermayesi açısından en büyük getiriyi sağladığını savunmaktadır. Ona göre bu yatırımlar, insanlara kaynak sağlayarak onların gerçek gelirlerini etkileyen faaliyetlere yapılmaktadır. Bu, beşerî sermaye ile gelir arasındaki bağlantıyı göstermektedir. Beşerî sermaye hipotezine göre eğitim ve öğretime kaynak harcanması işgücü verimliliğini artırarak ücretleri yükseltir (Rumberger 1987, 46). Mincer (1958) da beşerî sermayeye yapılan yatırımların finansal getirisinin olumlu olduğu fikrini desteklemiştir. Örgün eğitim, iş başında eğitim ve deneyimin üretken verimlilikle ilişkili olduğunu belirtmiştir.
Becker’e (1991) göre, kadınlar işte erkeklerden daha az saat harcadıklarından, iş bulmalarına yardımcı olacak becerilere yatırım yapmak için daha az motivasyona sahiptirler ve bu durum erkekler ve kadınlar arasında cinsiyete dayalı bir ücret farkına yol açmaktadır. Bu da kadınların eğitim ve öğretim yoluyla kariyerlerini ve gelirlerini ilerletmeye erkeklerden daha az eğilimli olduğu klişesini doğrulamaktadır. Blau ve Kahn’a (2000) göre bu durum kadın ve erkeklerin evdeki geleneksel rolleriyle de tutarlıdır. Kadınlardan zamanlarını çocuklara bakarak, ev işleri yaparak ve çocuk sahibi olarak geçirmeleri beklendiğinden, bu faaliyetlerin verimliliğini artıran insan sermayesine yatırım yaparlar. Bunun aksine, erkekler işgücü piyasası faaliyetlerini artırmaya öncelik verirler (Becker 1991, 42). Sonuç olarak kadınlar, işyerinde üretim için harcadıkları çabanın azalması nedeniyle daha az iş üretmekte ya da daha düşük verimlilikle üretim yapmakta ve daha az para kazanmaktadırlar (Blau ve Kahn 2000, 80). Bu durum, kadınların çocuk bakıcısı ve ev kadını rollerinin, beşerî sermayeye ne kadar harcama yapacaklarını etkileyen karşılaştırmalı üstünlüklerinin bir ürünü olduğunu göstermektedir. Ayrıca, işgücü piyasası becerilerine yatırım yapmaktan vazgeçme kararları, erkeklere kıyasla gelirlerini düşüren düzensiz istihdamlarından etkilenmektedir. Bu durum, Mincer ve Polachek’in (1974) kadınların çocuk bakımı görevlerini üstlenmesinin beklendiği geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle ücret farkının doğurganlıktan etkilendiği yönündeki argümanını doğrular niteliktedir.
Mesleki öz seçim teorisi, yaşam boyu işgücü piyasasına katılımdaki farklılıkların mesleki ayrışmaya neden olduğunu ve bunun da cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğini önemli ölçüde etkilediğini iddia etmektedir (Polachek 1981). Aralıklı olarak çalışan kadınlar, faal olmadıkları süre boyunca beşerî sermayelerini kaybetme cezalarının daha az olduğu meslekleri seçerek yaşam boyu kazançlarını artırmaktadır (Polachek 1981, 60). Blau ve diğerleri (2002) ile England’a (2005) göre, işgücü piyasasının hem talep hem de arz tarafları mesleki ayrışmadan sorumludur. Kadın ve erkeklerin mesleki ilgi ve istekleri birbirinden farklıdır. England’a (2005) göre bu eşitsizlik, erkeklerin ve kadınların farklı sosyal roller üstlenmek için yaşamlarının erken dönemlerinde nasıl farklı kararlar aldıklarının bir örneğidir. İşgücü piyasasının talep tarafı, insanların birbirlerine farklı davranmalarına izin vererek ayrışmayı teşvik etmektedir. Hem England (2005) hem de Blau ve diğerleri (2002) işgücü piyasasında sosyal normlara ve toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına dayalı önyargıların ortaya çıktığını vurgulamaktadır.
Filer (1989), mesleki öz seçim teorisi ve insan sermayesi teorisine karşı bir argüman olarak telafi edici farklılıkları önermiştir. Filer’a (1989) göre hem erkekler hem de kadınlar eşit derecede eğitim ve deneyime sahip olsalar bile, kadınlar gelirlerini artırmaya doğrudan katkıda bulunmayan faaliyetlere yatırım yapmaya daha yatkın oldukları için erkeklerden daha düşük potansiyel kazanca sahip olma eğilimindedirler. Kadınlar, tehlikeli ve kötü çalışma koşullarına sahip mesleklerde çalışmaktan kaçınabilmek karşılığında ücretlerinin bir kısmını feda etmeye hazırdır. Erkekler kadınlardan daha fazla ücret alırlar çünkü vücutları için daha zor olan işlerin üstesinden gelebilirler.
Kalabalıklaşma teorisi ilk olarak on dokuzuncu yüzyılda, daha fazla kadının feminizm içermeyen işlere girmesinin bir sonucu olarak herkesin ücretinin eninde sonunda düşeceğini savunan erkek çalışanlar ve sendikalar arasında popülerlik kazanmıştır (Matthaei, 1982; Nicholson, 2004). Kadınların belirli mesleklerde fazla temsil edilmesinin ücret üzerindeki etkisi ilk kez 1974 yılında Bergmann tarafından matematiksel olarak açıklanmıştır. Bergmann’ın teorisine göre, kalabalıklaşma mesleki düzeyde gerçekleşmelidir. Bu nedenle teori ilk olarak cinsiyet ayrımını tanımlamaktadır. Dikey ayrışma ve yatay ayrışma, cinsiyet ayrışmasının iki temel biçimidir. “Dikey ayrışma”, erkeklerin kendi alanlarında kadınlardan daha üst düzey pozisyonlarda yer alması gibi yaygın bir olguyu ifade eder. Yatay ayrımcılık ise kadınların ve erkeklerin farklı alanlarda çalışmayı tercih etmelerini ifade etmektedir (Brynin 2017, 18). Teori ayrıca kadınların cinsiyet ayrımı nedeniyle bazı mesleklerde tercih edilmediği için diğerlerinde yoğunlaştığını iddia etmektedir. Piyasa doygunluğu da kadınların maaşlarını düşürmektedir.
Güç teorisi, cinsiyetler arası ücret farkına ilişkin tercih teorisinin tam tersidir. Güç teorisyenleri (Klein, 1987) kadınların düşük ücretli işleri tercih etmediğini iddia etmektedir. Bunun yerine, erkek işverenlerin ve çalışanların adaletsiz işe alma ve ücret belirleme yöntemlerine karşı kendilerini savunamadıkları için kadınlar daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadır. İki mekanizma –işgücü piyasası bölümleme teorisi ve ataerkillik– güç teorisini karakterize etmektedir.
İşgücü piyasası bölümleme teorisine göre çalışanlar renk, cinsiyet, yaş, iş deneyimi ve beceri düzeyi gibi faktörlere bağlı olarak işçi kohortlarına ayrılmaktadır. Her kohortun çalışanlarına karşılaştırılabilir kariyer yörüngeleri atamaktadır. Gordon ve diğerleri (1982) tarafından kohortlar iki ana kategoriye ayrılmıştır: birincil ve ikincil. Hizmet ve imalat sektörlerindeki vasıfsız işçiler ikincil sektörü oluşturmaktadır. İkincil sektör, çıkmaz sokak olarak görülen düşük ücretli işler sunmaktadır ve bu sektörün sahip olduğu işgücünün büyük kısmını kadınlar ve gençler oluşturmaktadır. Birincil sektörde çalışanlar, hizmet sektöründeki meslektaşlarına kıyasla iş başında eğitim, daha yüksek ücret ve kariyerlerinde daha hızlı ilerleme fırsatlarına sahip olmaktadır. Ayrıca, birincil sektör çalışanları yenilikçilik ve sorun çözme kapasitelerini göstermeye teşvik edilmektedirler. Orta ve üst düzey yönetim pozisyonları ve vasıflı profesyonel meslekler birincil sektör işlerine örnek olarak gösterilmektedir. Birincil sektör işgücünün çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır.
Ataerkillik teorisine göre işgücü piyasası bölümleme teorisi, işletmelerin neden kadın ve erkekleri birincil ve ikincil sektörler olarak ayırmaya karar verdiklerini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Hartmann’a (1976, 1981) göre, işverenlerin ataerkil görüşleri, kadın çalışanlara karşı ayrımcılık yapmalarına yol açmıştır. Hartmann’a (1976, 1981) göre ataerkil kurumun kökeni -kapitalizmin yükselişinden öncesine- yerleşik tarıma dayanmaktadır. Yerleşik tarım ve hayvancılığın gelişmesinden önce, erkekler ve kadınlar maddi üretim görevini paylaşıyorlardı. Erkekler avcı, kadınlar ise toplayıcıydı. Çoğu durumda kadınlar maddi üretime daha fazla katkıda bulunuyordu çünkü avcılık güvenilir bir geçim kaynağı değildi. Yerleşik tarımın bir sonucu olarak, yiyecek toplamanın gereksiz hale gelmesiyle kadınların topluluğun geçimindeki rolü azaldı. Kadınların iş gücü artık erkeklere, çocuklara ve yaşlılara bakmaya odaklanmıştı. Kadınların maddi üretimin üzerindeki etkisi kayboldu ve ataerkillik önemli bir kurum hâline geldi.
Sosyalleşme teorisinin savunucularına göre, sosyal bağlantılar, özellikle de “sosyal ağlar”, erkeklerin ve kadınların ne kadar, nerede ve kimin için çalışmaya karar vereceğini etkilemektedir. Granovetter’in 1983, 1985, 1992 ve 2005 tarihli teorilerine göre, insanlar sosyal ağlardan oluşan bir ağa entegre olurlar. İnsanlar ağlar üzerinden bilgi gönderip alarak birbirleriyle iletişim kurarlar. Bilginin kapsamı yasalar, sosyal normlar, kültürel değerler ve fikirlerin yanı sıra teknik uzmanlığı da içerir (England ve Folbre 2005, 629). İnsanlar sosyal ağlardan elde ettikleri verileri işleri ve günlük yaşamları hakkında seçimler yapmak için kullanırlar. Örneğin, öğretmen olmak isteyen bir kadın üniversite öğrencisi olduğunu düşünelim. Kuşkusuz kadının öğretmenliği ne kadar seveceğine dair bakış açısını etkileyen birkaç husus vardır. İlk olarak, birçok profesörün kendi cinsiyetinden olduğunu fark ettiği için, öğrenci toplumun kadınları eğitimci olarak kabul ettiğini anlar. İkincisi, kadının akrabaları ve arkadaşları ona öğretmenliğin kadınlar için uygun olduğunu tavsiye eder. Üçüncüsü, kadın öğretmen olarak kariyer yapmak isteyen üniversite öğrencilerine yönelik bir burs olduğunu öğrenir ve bu şanstan yararlanmak ister. Dolayısıyla bu seçimde birçok sosyal değişkenin etkisi olabilir.
Sosyalleşme teorisi, erkekler ve kadınlar arasında neden ücret farkı olduğuna dair birbiriyle rekabet eden açıklamalara dayanmaktadır. İlk olarak, kümülatif dezavantaj teorisine göre, insanların çocukken nasıl sosyalleştikleri, yetişkin olarak nasıl çalışmayı seçtiklerini etkiler. Öte yandan sosyal kontrol hipotezi, cinsiyet sosyalleşmesinin yaşam boyunca gerçekleştiğini ve erken sosyalleşmenin bir bireyin gelecekteki kariyeri için işle ilgili kararları etkileyecek kadar güçlü olmadığını söyler. Kümülatif dezavantaj hipotezine göre, sosyalleşme çocuklukta başlar ve olgunluk dönemi boyunca devam eder. McPherson ve diğerlerine (2001) göre, çocuklar okula gitmeye başladıklarında, cinsiyetlerinin değişmez bir özellik olduğuna dair bir anlayış geliştirmiş olurlar. McPherson ve diğerleri (2001) kızların oyun gruplarının erkeklerden daha küçük olduğunu ve kız ve erkeklerin genellikle aynı cinsiyetten kişilerle oynadıklarını tespit etmiştir. England ve Folbre’ye (2005) göre üniversite, öğrencilerin cinsiyetleriyle tutarlı bir şekilde performans göstermeleri için sosyal olarak koşullandırıldıkları bir yerdir. Çocukluktaki sosyalleşmenin yetişkinlik üzerindeki etkisi büyüktür. McPherson ve diğerleri (2021), her iki kişi de aynı gönüllü kuruluşta yer almadığı sürece, kadınların iş ararken erkek bağlantılarından yardım alma olasılığının önemli ölçüde daha düşük olduğunu bulmuştur. Bununla birlikte, kadınlar erkeklere kıyasla daha az gönüllü gruba katılmakta ve üyelikleri nedeniyle erkekler kadar çok bağlantı kurmamaktadır (McPherson vd. 2001, 434). Ağ bağlantıları önemli ölçüde farklılık gösterdiğinden, erkeklerin ve kadınların neden farklı sektörlerde, işlerde ve işletmelerde çalıştıklarını anlamak kolaydır. Kadınların, erkeklerin egemen olduğu ve geleneksel olarak maaşların daha yüksek olduğu mesleklere girememeleri, erkek ağ bağlantılarından yoksun olmaları nedeniyle daha da engellenmektedir.
Sosyal kontrol teorisine göre, yaşamın erken dönemlerindeki sosyal koşullanma, kadınları daha düşük ücretli kadın işlerinde tutmak için yeterince güçlü bir faktör değildir, bu da kümülatif dezavantaj teorisinden farklı olmasının bir yoludur. Kadınlar lise ve üniversitede “kadınsı” disiplinleri takip etmeleri için yoğun bir akran baskısı altındadır. Ancak Jacobs (1989) bu uğraşlar ile daha sonraki istihdam arasındaki ilişkinin abartıldığını iddia etmiştir. Bunun yerine, Jacobs’a (1989) göre, çeşitli sosyal kontrol mekanizmaları kadınları geleneksel olarak kadınsı işlerde tutmaktadır. İşgücüne katılan genç kadınlar, olumlu ya da olumsuz cinsiyetlendirilmiş pozisyonlar aramaktadır. İşverenler de pek çok kadını özellikle kadınlara yönelik pozisyonlarda, pek çok kadını cinsiyetten bağımsız mesleklerde ve pek çok erkeği de özellikle erkeklere yönelik işlerde istihdam etmektedir. Dolayısıyla, kadınlara erkeklerin sahip olduğu cinsiyet ayrımı gözetmeyen kariyerlere devam etme şansı verilmekte ancak kadınlar bu pozisyonlarda kalmamaktadır. Erkek iş arkadaşları, işe alınan kadınları sosyal uyumsuz olarak algıladıkları için sıklıkla onlara sözlü veya fiziksel olarak saldırmaktadır. Buna ek olarak, kadınlar gerekli becerileri gösterseler bile, erkek üstleri onları terfi için pas geçmektedir. Erkek ya da cinsiyet ayrımı gözetmeyen işlerde çalışan kadınlar işlerinden memnun olmadıklarında, daha az maaş veren ve kendilerini daha fazla duygusal strese sokan kadın işlerine geçmektedirler.
Sonuç olarak, sosyal bilimciler cinsiyetler arası ücret eşitsizliğini açıklamak için çeşitli açıklamalar getirmişlerdir. Neoklasik iktisatçılara göre, kadınların erkeklerden farklı olan işgücü seçimleri bu eşitsizlikten sorumludur. Kalabalıklaşma teorisyenlerine göre, kadınların mesleki kalabalıklaşması kadınların daha düşük maaş almasına yol açmaktadır. Güç teorisyenlerine göre, işyerindeki güç yapıları farklı olduğu için kadın ve erkekler farklı ücret almaktadır. Bu nedenle, cinsiyetler arası ücret farkını inceleyen kişilerin yukarıda tartıştığımız teorileri ve bunların birbirleriyle nasıl ilişkili olduğunu bilmeleri en iyisidir.