Yazar: Cansu Kızılkaya
Dünyanın dört bir yanından gelen şiddetli yangın haberleri, her sene görmeye aşina olduğumuz “son 50 yılın en sıcak yazı veya en soğuk kışı” başlıkları ve mevsimlerin, hava olaylarının belirgin farklılıkları ile iklim değişikliği etkileri somut olarak hissedilen bir hale geldi. Hatta hemen bir örnek vermek gerekirse BBC’nin araştırmasına göre hava sıcaklığının 50 santigrat derecenin üzerine çıktığı gün sayısı son 40 yılda 2’ye katlandı ve artık dünyanın daha fazla konumunda bu sıcaklık görülüyor.1
Her bireyin, her şirketin, her ülkenin yani tüm dünyanın birlik olup mücadele etmesi gereken iklim değişikliği, ona sebep olan etkenler düşünüldüğünde çözümlenmesi de bir o kadar karmaşık ve çok bileşenli bir konu. Günlük yaşantımızın her anında, birbirimize attığımız her mesajda, gönderdiğimiz her mailde, her arabaya, uçağa bindiğimizde aslında çok da düşünmeden hatta belki farkında bile olmadan bizler de karbon ayak izi bırakıyor ve bu sürecin bir parçası oluyoruz. Bireysel olacak yapabileceklerimiz kısıtlı olsa da asla değersiz değil. Tabii yine de en büyük iş büyük şirketlere ve devletlere düşüyor. Bu noktada gelin ülkemizin dünyamızın korunmasına ilişkin son zamanlarda attığı adımlarına, yakın zamanda onayladığı Paris İklim Anlaşmasına ve Kasım ayında gerçekleşen COP26’ya Türkiye perspektifinden kısaca bir bakalım.
“Sıfır Atık”; israfın önlenmesini, kaynakların daha verimli kullanılmasını, atık oluşum sebeplerinin gözden geçirilerek atık oluşumunun engellenmesi veya minimize edilmesi, atığın oluşması durumunda ise kaynağında ayrı toplanması ve geri kazanımının sağlanmasını kapsayan atık yönetim felsefesi olarak tanımlanan bir hedef olarak açıklanmaktadır.2
0 Atık projesi 2017 yılında ülkemizde hayata geçmiş olup artık hepimizin aşina olduğu plastik poşetlerin ücrete tabi hale getirilmesi, çevre kanununda yapılan değişiklikler, Sıfır Atık yönetmeliği, bilinçlendirme çalışmaları bu proje kapsamında gerçekleştirilmiştir.
Uluslararası arenada iklim kriziyle mücadele kapsamında atılan adımlar ülkeleri ve iş dünyasını aksiyon almaya teşvik etmektedir.
Yıllar öncesine dayanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), çevre konusunda yapılmış olan ilk hükümetler arası sözleşmedir. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği 1994 yılını takiben her sene taraflar konferansı “Conference of Parties” düzenlenmekte, bu konferanslar kısaca, ismine aşina olduğumuz COP adıyla anılmaktadır.
1997 yılında üçüncü Taraflar Konferansı’nda (COP 3) ilk sera gazı azaltma hedeflerini içeren Kyoto Protokolü kabul edilmiş olup anlaşmanın 2020 yılında sona erecek olması sebebi ile 2015 yılında Paris’te gerçekleşen COP 21 kapsamında 196 taraf ülke çevre alanında hukuki bağlayıcılığı olan uluslararası Paris sözleşmesini kabul etmiştir. Kasım 2016’da hayata geçen Paris Anlaşması’nın temel hedefleri arasında:
-İklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmak, mümkünse 1,5 derecenin altında tutmak,
-Ülkelerin iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkma yeteneklerini güçlendirmek ve çabalarında onları desteklemek bulunuyor.
Türkiye şimdiye kadar bu anlaşmanın imzacısı olmakla birlikte anlaşmayı yürürlüğe koymamıştı, Paris İklim anlaşması geçtiğimiz ay TBMM Genel Kurulu’nda onaylandı. Anlaşmanın bugüne kadar onaylamamış olmasının temel sebebi ise Türkiye’nin konumlandırılmasındaki belirsizlik olarak değerlendiriliyor:
‘BMİDÇS kapsamında gelişmiş ülkeler ve Ek-I’de yer alan diğer Taraflar sera gazı emisyon azaltımı yapmakla; gelişmiş ülkeler ve Ek-II’de yer alan diğer Taraflar da diğer ülkelere mali destek sağlamakla yükümlüdür.
Sözleşme yürürlüğe girdiği esnada Türkiye her iki ekte de yer almış olup, 2001’de gerçekleştirilen 7. Taraflar Konferansı’nda alınan 26/CP.7 sayılı Kararla Türkiye’nin adı BMİDÇS’nin EK-II listesinden çıkarılmış fakat özel şartları kabul edilerek EK-I listesinde kalmıştır.’
Bu ifadede bahsedilen EK-I ülkeleri pazar ekonomisine geçiş sürecindeki Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini, EK-II ise OECD ülkelerini ifade etmektedir. Türkiye BMİDÇ’ye 2004 yılında, EK-II kategorisinden çıkarıldıktan sonra taraf olmuştu. Bu listemeler yukarıdaki ayrımın yanında ülkelerin finansal yükümlülüklerini de belirlemektedir.
Türkiye’nin Paris sözleşmesine taraf olmasından kısa süre sonra, 31 Ekim – 13 Kasım 2021 tarihlerinde 26. Taraflar Konferansı Glasgow’da gerçekleşti. Konferansın sonuçlarına ilişkin hem uluslararası arenada hem de ülkemizde birçok farklı yorum, olumlu – olumsuz eleştiri bulunuyor. Öne çıkan başlıkların arasında ormansızlaşmayla mücadele, kömürden temiz enerjiye geçiş, sıfır emisyonlu araçlar, iklim finansmanı gibi taahhütler yer alıyor.Türkiye’nin ise COP 26 kapsamında altında imzası bulunan 4 taahhüdü var;
COP 26, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasına taraf olmasıyla katıldığı konferans olması sebebiyle önem taşıyor. Diğer yandan Türkiye 2053 yılında net sıfır karbon olma taahhüdü vererek iklim krizi ile mücadelede yerini net bir şekilde almış oldu. Tüm bu gelişmelere, ortak bildirilere rağmen taahhütlerin yerine getirip getirilemeyeceği bir soru işareti olarak duruyor. “Climate Action Tracker” – İklim Faaliyet Takibi (CAT) kuruluşunun yayınladığı rapora göre iklime ilişkin taahhütlere rağmen dünya 2,4 derecelik bir sıcaklık artışına doğru ilerliyor. Ülkelerin büyük çoğunluğunun verdikleri taahhütlere göre aksiyon planlarının çok yetersiz ve güvenilmez olduğunu belirten CAT’ın ülkeler özelinde de değerlendirmeleri bulunuyor. Bu kapsamda Türkiye’nin genel değerlendirilmesi “Kritik derecede yetersiz”.4
Hepimizi tehdit eden iklim krizinin karşısında ortak mücadele hedefleri çok değerli olmakla birlikte daha somut aksiyon planları üretilmesi gerektiği kaçınılmaz. Etkisi uzun dönemde ortaya çıkan hastalıkların başlarda önemsenmemesi gibi bir yaklaşım iklim krizi ile mücadele için de söz konusu, farkındalığın artmış olması önemli ancak bu “hastalık” başlangıç evresini ne yazık ki çoktan geçti.
Referanslar
‘Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Force & Brothers’ın konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.’