Yazar: Cansu Kızılkaya
Dünyadaki trendler, gelişmelere bağlı olarak takip edemediğimiz bir hızla, durmaksızın değişirken, 2020’li yıllara geldiğimizde çevresel sorunların iyice hissedilir hale gelmesiyle sürdürülebilirliğin her alanda önem kazandığını görmekteyiz. Beslenme trendlerinde dahi farkındalıkla tüketme, sürdürülebilir beslenme kavramları ile “ne yersen o’sun” gibi sloganlar sıklıkla karşımıza çıkıyor. Ancak bu söylemler yükselip giderken, diğer yandan her birey bir hafta içerisinde ortalama 5 gram yani bir kredi kartı boyunda plastik yiyor.1
İnsanlık tarihindeki varlığı 100 küsur yıl öncesine dayanan plastik, yapısal olarak karbon ile hidrojen bileşiğinden oluşur. Monomer adı verilen binlerce küçük molekül, ısı ve basınç altında birleştirilerek en yaygın olarak kullanılan plastik türü, polimerleri oluştururlar. İnsan eliyle üretilen sentetik polimerler hafif, dayanıklı, hemen hemen her şekle girebilir, az maliyetli ve toplu üretime uygun olma özelliklerine sahiptir. Bu nedenle de plastikler günlük yaşamın neredeyse her alanında kullanılmaktadır. Bugün kullandığımız telefonlar, kıyafetler, araçlar, mobilyalar ve daha birçok eşya en azından kısmi olarak plastikten üretilmiştir. Ancak zaman içerisinde her alanda kullanılan bu mucizevi malzeme, mucize olmaktan çıkarak dev bir çevresel sorunun ana kahramanlarından biri haline geldi.
Plastiklerin %40’ını oluşturan hiç azımsanamayacak bir kısmı ambalaj malzemesi olarak kullanılıyor. Nereye gideceğini, nasıl bir etki bırakacağını düşünmeyerek günlük hayatta sıkça kullanıp çöpe attığımız (pet şişe, kahve bardağı gibi) bu ambalajların yok olması ise 500 ila 1000 yıl sürmekte. Endüstriyel çevrebilimci, UC Santa Barbara’s Bren Çevre Bilim ve Yönetim Okulu’nda (UC Santa Barbara’s Bren School of Environmental Science & Management) görev yapan Doçent Roland Greyer ve ekibi tarafından yapılan araştırmaya göre, sentetik plastiğin endüstriyel olarak üretilmeye başlandığı 1950 yılından 2015 yılına kadar 8,3 milyar metrik ton kadar plastik üretilmiş bulunuyor.2
Görselleştirmek adına, söz konusu miktarın, 1 milyar filin, 25.000 Empire States Binasının, 822.000 Eiffel Kulesinin ağırlığına eşit olduğu vurgulanıyor. Yine aynı araştırmaya göre, 2015 yılı itibariyle atık haline gelmiş 6,3 milyar metrik ton plastiğin yalnızca %9’u geri dönüştürülmüş ve %12’si yakılmış olmakla birlikte %79’luk bir kısım çöp sahalarında ve doğada bulunuyor. Doğadaki plastik atıklarının büyük kısmı ise okyanuslara karışıyor. Öyle ki Ellen MacArthur Vakfı’nın 180’i aşkın uzmanla ortaya koyduğu 3 yıllık araştırmaların sonuçlarına göre, 2050 yılına gelindiğinde okyanuslardaki plastik sayısının balıkları geçeceği öngörülüyor.3
Her yıl denizlere karışan 8 milyon ton plastik atık, hayvanlar tarafından tüketilip veya hayvanların hareketini engelleyip onların ölümüne yol açabiliyor. Diğer yandan Güneş’ten gelen UV ışınlarıyla, rüzgar ve dalgalarla parçalanarak 5 mm’den küçük parçalara yani mikro plastiklere dönüşerek denizdeki canlılar tarafından tüketiliyorlar. Böylelikle plastikler besin zincirinde yerlerini almış oluyor.
Ülkemizde Greenpeace tarafından hazırlanan “Türkiye’deki Deniz Canlılarında Mikroplastik Kirliliği” raporuna göre yaklaşık olarak her iki balıktan birinin midesinde veya bağırsaklarında mikroplastik bulunuyor. Farklı deniz canlılarında bu oran değişmekle birlikte 5 farklı noktadan örneklenen midyelerin ise yüzde 91.2’si mikroplastik içeriyor.4 Deniz canlıların yanı sıra bal, deniz tuzu, plastik ambalajlı herhangi bir yiyecek veya içecek tükettiğimizde de mikro plastik tüketmiş oluyoruz.5
Konuyla ilgili olarak Viyana Medikal Üniversitesi’nde Dr. Phlipp Schwabl öncülüğünde bir çalışma yürütülmüş bulunuyor. Japonya, Rusya, Hollanda, Birleşik Krallık, İtalya, Polonya, Finlandiya ve Avusturya’dan gönüllüler ile yürütülen çalışma, 8 gönüllünün 1 hafta boyunca yediklerini kaydedip gaita örneği vermesine dayanıyor. Araştırma kapsamında test edilen 10 çeşit plastikten 9’u gaita örneklerinde bulunmakla birlikte plastiklerin boyutu 50 ila 500 mikro metre arasında değişiyor.6 Bununla da bitmiyor, kozmetik ürünleri, kıyafetler, havadaki toz, çeşmedeki su dahi mikro plastik içeriyor ve bünyemize karışıyor. Bir haftada tükettiğimiz bir kredi kartı kadar plastik, 10 yılda yaklaşık 2.5 kilograma, 79 yıllık bir insan ömrü için ise 20 kilograma denk geliyor.7
Söz konusu plastik tüketiminin insan sağlığı açısından sonuçları ise kesin olarak bilinmiyor. Ancak plastiklere eklenen kimyasallar bilim insanlarını endişelendiriyor. Örneğin şişelerin transparan olmalarını sağlayan BPA’nın aynı zamanda hormonal sistemimizi etkileyebildiği, bünyemizde bulunan plastiğin demir emilimine engel olabileceği veya plastiğin elastikiyetini sağlayan DEHP kimyasalının kansere yol açabildiği söyleniyor.
Plastik kullanımının süreç içinde kontrolden çıktığını söylemek hiç yanlış olmaz. Ülkeler, şirketler ve bireysel olarak insanlar plastik tüketimini azaltmaya yönelik adımlar atmış ve bu konu bir süre dünya gündemini işgal etmiş olsa da pandemi ile birlikte sağlık endişesiyle öncelikler değişmiş görünüyor. Plastik eldivenler, temizlik malzemeleri, artan ambalajlama pratiği, restoranların evlere servis sırasında kullandığı plastik kap, çatal, bıçak gibi tek kullanımlık malzemeler ve tabii ki olmadan hiçbir yere gidemediğimiz maskeler günlük hayatlarımızı ve doğayı işgal etmiş bulunuyor. Öyle ki bu süreç “plastik Pandemisi” olarak da adlandırılıyor. Pandemi döneminde artan tek kullanımlık plastik kullanımının uzun vadeli etkilerinden bahsetmek için henüz erken olduğu söylense de geçmişten gelen “plastik mirası” göz önünde bulundurulduğunda olumlu bir sonuçtan bahsedilmeyeceği ortada duruyor.
Dünyada, plastiğin kullanım oranı ile geri dönüşüm altyapıları ne yazık ki orantılı şekilde planlanmış değil. Plastik atığı yakarak yok etme yöntemi ise havayı kirlettiği için kimi ülkeler bu yöntemi kendi topraklarında uygulamayı tercih etmiyorlar. Konuya ilişkin BBC’de yer alan habere göre AB içinde plastiklerin %78.5’inin ayrıştırılıp toplansa da bunların yalnızca %41.5’i AB sınırları içinde geri dönüştürülüyor.8 Geri kalan ambalajlar ise geri dönüştürülmek üzere para karşılığında başka ülkelere gönderiliyor. Türkiye, 2020 yılında Avrupa’dan en çok plastik atık alan ülke olarak dünyanın en çok plastik atık ithal eden ülkeleri arasında yer alıyor. Bu plastikler aslında yalnızca geri dönüşüm amacıyla gönderiliyor olsa da bunun denetim ve kontrolünü sağlamak pek mümkün olmuyor.
Gelen yoğun eleştirilerle birlikte şu anda bazı plastiklerin ithalatı yasaklanmış/ kotası düşürülmüş bulunuyor. Yine de plastik ithalatı “Sıfır Atık”i hedefinin önünde güçlü bir engel gibi duruyor.
Plastik kullanımının kısıtlanması veya plastik yerine alternatif materyallerin kullanımı konusu da ayrı bir kısır döngüye işaret ediyor; çünkü plastik yerine kullanılabilecek materyallerin üretimi sırasında çok daha fazla karbon emisyonu açığa çıkıyor. Örneğin 2018 yılında Danimarka Teknik Üniversitesi Çevre Departmanı’nın Çevresel Koruma Ajansı (Danish Environmental Protection Agency) için yürüttüğü araştırmaya göre, alışverişe giderken kullandığımız bir bez çantanın tek kullanımlık poşete göre daha az çevresel etkiye sahip olabilmesi için onu tam 7.100 kere kullanmış olmamız gerekiyor.9 Bunun yanı sıra gıda israfının hali hazırda çok ciddi bir sorun olduğu dünyamızda plastik, güvenli gıda ambalajı için de son derece önemli bulunuyor.
Plastik kullanımının kısıtlanması veya plastik yerine alternatif materyallerin kullanımı konusu da ayrı bir kısır döngüye işaret ediyor; çünkü plastik yerine kullanılabilecek materyallerin üretimi sırasında çok daha fazla karbon emisyonu açığa çıkıyor. Örneğin 2018 yılında Danimarka Teknik Üniversitesi Çevre Departmanı’nın Çevresel Koruma Ajansı (Danish Environmental Protection Agency) için yürüttüğü araştırmaya göre, alışverişe giderken kullandığımız bir bez çantanın tek kullanımlık poşete göre daha az çevresel etkiye sahip olabilmesi için onu tam 7.100 kere kullanmış olmamız gerekiyor.9 Bunun yanı sıra gıda israfının hali hazırda çok ciddi bir sorun olduğu dünyamızda plastik, güvenli gıda ambalajı için de son derece önemli bulunuyor.
i ‘Sıfır Atık’; israfın önlenmesini, kaynakların daha verimli kullanılmasını, atık oluşum sebeplerinin gözden geçirilerek atık oluşumunun engellenmesi veya minimize edilmesi, atığın oluşması durumunda ise kaynağında ayrı toplanması ve geri kazanımının sağlanmasını kapsayan atık yönetim felsefesi olarak tanımlanan bir hedef olarak açıklanmaktadır (https://sifiratik.gov.tr/).
‘Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Force & Brothers’ın konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.’